13 Nisan 2015 Pazartesi

HADİMÜ'L KUR'AN ZİYA YÜREKLİ HOCA









Ziya Yürekli Hoca, hayatına “ölümün kapıp kaçıramayacağı, çalamayacağı bir anlam” verebilmek için ömrü boyunca Kur’an-ı Kerim okuttu. Binlerce öğrencisi, bugün onu gözyaşı içinde Fatihalarla anıyor.

Hayatımın en acı günü, babamı kaybettiğim gündür. Bu yazıda, babam “Hadimü’l Kuran” Ziya Yürekli Hoca’yı anlatacağım. Çevresinin hitabıyla Ziya Hoca, Adanalı emekli bir öğretmendi. 27 Ocak 2007’de rahmet-i Rahman’a kavuştu.

Adana İmam Hatip Lisesi’nin öğretmenlerinden Ziya Yürekli ve Muhittin Aksoy hocalar, Adana’nın Karaisalı ilçesinin ilk üniversite okuyan çocuklarıydı. Ziya Hoca 1940 yılında Karaisalı’nın Filikli köyünde dünyaya gelmişti. Dağ köylerinden şehre inip okuyan bu iki Yörük çocuğunun hikâyeleri 50’li, 60’lı ve 70’li yıllarda bölgede bir efsane gibi anlatılırdı. Köy çocukları, onları örnek alırdı.

Ziya Hoca 1969 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra Adana’da bir yıl vekil müftülük ve vaizlik yapmıştı. 1970’ten 1996 yılına kadar Adana İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştı. Öğretmenlik hayatı boyunca özellikle ortaokul bölümünün Kur’an-ı Kerim derslerine giriyor, öğrencilerini Elifba’dan başlatıp harfleri yerinden çıkartarak tecvit kurallarına uygun bir şekilde okur hale gelinceye kadar büyük çaba sarf ediyordu. Gerekli ve yeterli okuma düzeyine çıkamayan öğrencilerini, öğleleri bir saatlik yemek tatilinde bir sınıfta toplayıp ek ders veriyordu. Ziya Hoca, yaz tatillerinde mahallenin ve hısım akrabanın çocuklarını toplar, evinde ders verir, namaz surelerini ezberletir, ilmihal bilgilerini ve Kur’an-ı Kerim okumayı öğretirdi.

İstese okul yönetiminde görev alabilir ve müdür koltuğuna da rahatlıkla oturabilirdi. Fakat o kariyer hesapları yerine her zaman Kur’an-ı Kerim’e hizmet etmeyi tercih etti. Arkadaşlarından dönemin Adana Milletvekili Hasan Gürsoy, 1978 yılında, o zamanın Milli Eğitim Bakanı ile görüştüğünü, gereken her şeyi ayarladığını ve babamdan Adana İl Milli Eğitim Müdürü olmasını rica etmişti. Ziya Yürekli Hoca, Hasan Gürsoy’a şu cevabı verdi: “Bilirsin, bir Hadis-i Şerif var: ‘Sizin en hayırlınız, Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.’ buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Ben bu Hadis-i Şerif ile hayatım boyunca amel etme kararı aldım. Siz o göreve daha uygun bir arkadaş bulursunuz. Böylesi daha hayırlı olur.”

HADİM’UL KUR’AN ZİYA HOCA   

Oğlu olarak, tanıyanların da kabul edeceği 10 özelliğini saymak isterim:

1. Ziya Hoca ibadetler konusunda ciddiyeti ve gayretiyle tanınır. Hayatın gayesinin ibadet olduğunu sık sık ifade ederdi. Beş vakit namazı vaktinde kılar, hiç gevşeklik göstermezdi. Ramazanlarda ibadetlere yoğunlaşır, mübarek gün ve gecelerde fazladan çaba gösterirdi. İnfakta çevresine örnekti. Zekat konusunda çok titizdi. Emekliye ayrılınca, ilk işi Hacc-ı Ekber yapmak olmuştur. Namazları cemaatle camide kılmaya büyük önem verirdi.

2. Sabah namazından sonra veya gün içinde uygun bir saatte bir cüz Kur’an okumayı adet haline getirmişti, her ay Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okuyarak bir hatim indirirdi. Ramazan ayında haftada bir olmak üzere dört hatim indirirdi. Çevresindeki insanlardan, hısım akrabadan, eş dosttan ahirete irtihal edenlerin arkasından hatim indirme adeti vardı. Kur’an-ı Kerim gönlünden, elinden ve dilinden hiç düşmezdi. Okumakla yetinmez, çevresini de Kur’an okumaya teşvik eder ve bilmeyenlere kolay ve hızlı bir şekilde doğru okumayı öğretirdi.

Bulunduğu her toplulukta Kur’an okurdu. Ayetlerle düşünmeyi çok sever, düzenli meal okurdu. Hasan Basri Çantay meali elinden düşmezdi. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri ile Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsiri ve ilmihali başvuru kitaplarıydı. İmam-ı Nevevi’nin Riyazü’s Salihin kitabını defalarca okumuştur.

İman esaslarını ayetlerle izah etmeye doymazdı. Kur’an ahlakıyla ahlaklanmıştı. Kur’an odaklı bir hayat yaşıyordu. Ziya Hoca, hayatı boyunca Kur’an-ı Kerim öğretmenliğini her türlü makama ve kazanca yeğledi. O “Hadimü’l Kur’an” (Kur’ana hizmet eden) olmayı hep şeref bildi.

3. Gıybet yapmazdı ve yanında başkası hakkında olumsuz konuşulamazdı. Yanında gıybet edeni “Kardeşinin etini yeme” diye uyarırdı. Söz getirip götürmeye çok kızar, söz taşıyanları sert uyarır ve insanların arasını bozmanın, nifakın büyük günah olduğunu sürekli hatırlatırdı. Yalan söylediği görülmemiştir. Yapmayacağı bir şeyi söylemez, söz verdi mi mutlaka yapardı.

4. Ziya Hoca, şahsiyetinde erdemleri toplamıştı. Sevgi doluydu, güvenilirdi, dürüsttü, bilgeydi, sözü senetti, cömertti, cesurdu, adaletliydi, hoşgörülüydü, merhametli ve affediciydi, mütevaziydi. İnsanlığı statüye önceler, insanlar arasında hiçbir ayırım yapmaz, herkese kardeşçe, özgür ve eşit görerek yaklaşırdı; tam bir Osmanlı beyefendisiydi, güler yüzlü, tatlı dilli ve anlayışlıydı. Tanıştığı kimseleri unutmaz, mutlaka ziyaretlere gider, insanlarla ilişkileri canlı tutmaya çalışır, kesinlikle kendisi ilişkileri koparmak istemezdi. Kin tutmazdı. Kibir, riya ve haset nedir bilmezdi.

5. İlme, düşünceye ve kültür/sanata çok değer verirdi. İlimle meşgul olmayı, tefekkür etmeyi ve fikir alışverişinde bulunmayı büyük ibadet görürdü. Birkaç koli dolusu, vaazlarda ve sohbetlerde yararlandığı not defteri var. Düşüncelerini ayetlerle temellendirir, bütün bilgi ve düşünceleri o ayetlere bağlardı. Şiiri sever, Yunus Emre başta olmak üzere pek çok şairi okurdu, fakat onun şairi Mehmet Akif Ersoy’du. Akif’in dizelerini ezbere bilir, sohbetlerini o dizelerle süslerdi. Öğrencileri arasından akademisyen ve yazarlar çıktı; onlarla övünür, eserlerini okur ve çevresine tanıtırdı. 

6. Ziya Hoca çok vefakârdı. Dostlarına ve davasına karşı son derece fedakârdı. Her yıl Adana ve çevre illerde ne kadar tanıdığı, dostu varsa tek tek dolaşır, İslami meseleleri, ülkenin vaziyet ve istikametini konuşurdu. Toroslarda, dağ köylerinde, camilerde, kahvehanelerde ve ev sohbetlerinde “emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker” yapardı. Türkiye’nin dört bir köşesinde dava arkadaşları, dostları vardır. Ferdiyetçiliği sevmezdi. Cemaat ve cemiyet adamı olmayı Müslümanlığın temel özelliklerinden görürdü. Fakir ve yardıma muhtaç ailelerle ilgilenirdi. Toros köylerinden kalkıp gelen köylüleri evinde ağırlar, özellikle sağlık konusunda yardımı esirgemez, onları bizzat hastaneye götürüp teşhis ve tedavileri için çaba gösterirdi. Kadınlara, çocuklara, gençlere, engellilere ve gariplere sahip çıkar, sorunlarını çözer ve kişisel yardımlarda bulunurdu. Tam bir gönül adamıydı.

7. Ziya Hoca çocuklara ve gençlere çok değer verirdi. Eğitimleriyle bizzat ilgilenirdi. Din eğitimi almaları konusunda çaba sarf ederdi. Gençleri kitap okumaya, dergi okumaya, düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirirdi. Gençlerin iyi yetişmeleri, eğitimlerini başarıyla tamamlamaları, üniversite okumaları, hatta akademik çalışma yapmaları gerektiğini düşünür, bu konuda büyük bir çaba gösterirdi. Arkadaşlarıyla Anadolu Eğitim Vakfı’nı kurmuştu ve her hafta sonu gençlerle sohbet ederdi.

İyilik, doğruluk ve güzellik ekseninde yaşar; yanlışa, kötülüğe ve çirkinliğe razı olmaz, karşı çıkar ve çok iyi tanıdığı şer odaklarına karşı yılmadan mücadele ederdi.. Bu yaşam felsefesini gençlere de anlatırdı. Allah’ın iyiler listesine yazılmak, kıyamet gününde o listeden çağrılmak ve salihler arasında haşrolmaktı, bütün hesabı.

8. O bir medeniyet mimarıydı: Davası, medeniyetimizi yeniden ihya etmekti. Devleti, milletin teşkilatlanmış hali, yani milletin kendisi görürdü. Devletin, modern bir organizasyona dönüşmesini, millete yabancılaşmasını, kamu kurumlarının kendini milli iradenin üstünde konumlamalarını, millet hayatını ve milli kültürü tahrip etmesini ve devlet-millet çatışmasını yanlış bulurdu. Ziya Hoca’ya göre asıl olan medeniyetti. Millet, kendi muhteşem medeniyetini yeniden ihya etmeliydi; böylece devlet teşkilatı ıslah olacak, devlet milletin emrine girecek ve hizmet üretecek, millet de devleti canından aziz bilecek, bütün varlığını ona adayacaktı. Modernleşmenin, medeniyet değiştirmenin, millet-devlet ilişkisini tahrip ettiğini, devletin ve milletin ahlaki ve metafizik temellerden koparak bozulduğunu düşünürdü. Davası, bir medeniyet atılımını gerçekleştirme mücadelesiydi.

9. Hizmet, hayatının ana eksenini oluştururdu. Müslümanların 24 saat hizmet etmeleri gerektiğini düşünür, her an bir davet gelecek, hizmete çağrılacakmış gibi hazır dururdu. Hizmet verirken coşkuyla çalışırdı ve kesinlikle herhangi bir dünyalık karşılık beklemezdi. Hizmeti, tıpkı secde gibi Allah aşkının bir göstergesi olarak algılardı.

10. Sosyal, ekonomik ve siyasal hayatın, ilim, ahlak ve hukuk temelleri üzerinde yükselmesi gerektiğini düşünüyordu. Hiç kitap yazmayı düşünmedi. Milletimizin büyük bir kültürel birikiminin olduğunu biliyor, var olanın yeterli olduğunu düşünüyor, eğitimi sıkı tutarak zengin milli kültürümüzden yararlanabileceğimize inanıyor ve iyi yetişmiş gençlerimizin yasal yoldan teşkilatlanarak demokratik kurallar içinde iktidara el koyması gerektiğini savunuyordu.

“İlim zamanı değil, siyaset zamanı..” derdi. Ziya Hoca’ya göre siyaset, Müslümanlığın omurgasını oluşturuyordu. “Kütüphanelerdeki raflarda kitapları dolduran bilgi, düşünce ve değerler siyasetle canlanır ve insana yararlılık gösterir. Allah’ın hükümleri, siyasetle yürürlüğe sokulur. Din siyasetle ayakta tutulur.” derdi.

Hukukun üstün tutulması gerektiğini savunur, yeni Anayasa ihtiyacını vurgular ve hukukun siyasallaştırılmasına karşı çıkardı. Dindar, çağdaş ve demokrattı. Ziya Yürekli Hoca, hayatına “ölümün kapıp kaçıramayacağı, çalamayacağı bir anlam” verebilmek için ömrü boyunca Kur’an-ı Kerim okuttu. Binlerce öğrencisi, bugün onu gözyaşı içinde Fatihalarla anıyor.

MÜCADELE BİRLİĞİNİN KURUCULARINDANDI

Ziya Hoca, 68 kuşağındandı. O üniversite öğrencisiyken, gençlik olayları yükselişteydi. Türkiye’de sağ sol kavgası başlamıştı. Sol gençlik üniversitelerde kısa sürede örgütlenmiş ve on binlerce taraftar bulmuştu. Sağda ise örgütlenme Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında gerçekleşiyordu. Solla girişilen mücadele sonrası kazanılan bir kale olan MTTB dört yıl süreyle bu işlevini yerine getirdi. Ancak altmışlı yılların sonuna doğru üniversitelerde sol rüzgarın karşısında MTTB’nin pasif kalması, birlik içinde daha aktif olmak isteyenlerin seslerinin artmasına neden oldu.

MTTB’den koparak Ülkü Ocakları çatısı altında toplanan milliyetçi gençler, sokaklara ve şehirlere inen sol grupların karşısında mücadele görevini üstlenmek zorunda kaldı. Bu arada Aykut Edibali ve arkadaşları Mücadele Birliği adıyla bir örgütlenme başlattı. Mücadele Birliği, İstanbul yerine Konya’da kuruldu. Ziya Yürekli Hoca da Konya’da Necmettin Erişen’in önderliğinde yapılanan Mücadele Birliği’nin 20 kişilik kurucu kadrosunda yer aldı. Metin Toker, ‘Solda ve Sağda Vuruşanlar’ kitabında Mücadele Birliği ile Dev—Sol’u mukayese ederek Yeniden Milli Mücadeleciler için “sağın Dev—Genç’i” tanımını yapmıştı.

Mücadeleciler, sağın fikir kalesiydi; Türkiye’nin ihtiyacı olan kadroları yetiştirmek için yola çıkmışlardı. Mücadeleciler, inançlarının emrettiği gibi yaşama konusunda Ülkücüleri pasif buluyor, hayatlarının tamamının ‘dava’ya adanması noktasında da bütün sağ gruplardan daha fedakâr olduklarını düşünüyorlardı. MTTB’nin ise disiplin anlamında yetersiz olduğunu ve öğrenci derneği olarak kalmasını istiyorlardı.

20 kişilik bir kadroyla kurulan hareketin büyümesi oldukça hızlı oldu. 1968 yılından 12 Mart’a kadar geçen dönemi, Mücadele Birliği’nin altın dönemi olarak ifade edebiliriz. Bu dönemde haftalık Yeniden Milli Mücadele dergisi, aylık Pınar kültür sanat dergisi ve üç aylık Gerçek dergisini çıkardılar. Otağ Yayınları kurulup kitaplar basıldı.

Mücadele Birliği kısa bir süre içinde üniversitelerde hakimiyet kurmaya başladı. İstanbul, Ankara ve İzmir’de bulunan Yüksek Öğretmen Okulları, Mücadele Birliği’nin kalesi haline geldi. Yüksek Öğretmen Okulları Anadolu’nun bütün rengini yansıttığı gibi, en zeki öğrencileri de bünyesinde barındırıyordu. İllerindeki okullarda başarılı olup dereceye giren öğrenciler Yüksek Öğretmen Okulları’nda okumaya hak kazanıyordu çünkü. 1968 kuşağı, Soğuk Savaş döneminin gençliğiydi. Sol-sağ diye parçalanan gençlik kanlı bir kavganın içinde vuruşturuldu. 12 Eylül öncesindeki terör ortamında Mücadeleciler gençlik olaylarına katılmadılar. Aykut Edibali “Ben hiçbirinin burnunu kanatmadım, çocuğum gibi üzerlerine titredim, sattırmadım, ne kan sattım ne sattırdım. Türkiye’de benden başka hiçbir lider bunu diyemez” diyor bugün. Mücadele sadece fikri planda yapılıyordu.

Mücadele Birliği’nin özelliklerinden biri de sağdaki en disiplinli teşkilat olmasıdır. Mücadeleciler, kadroların yetiştirilmesinde o kadar disiplinlidirler ki sadece sağ fikirleri öğrenmek yerine, bir solcu kadar Marks’ı, Lenin’i, 17 Ekim Devrimi’ni, sosyalizmi ve solun diğer kavramlarını da öğretirlerdi. Öyle ki birçok solcuyla girdikleri fikri münakaşada solcuları pes etmek zorunda bırakırlardı. Solun ideologlarından biri olan İdris Küçükömer de bu gerçeği teyit ederek, “Bu Mücadeleciler solculuğu bizden daha iyi biliyor” demek zorunda kaldı.

Mücadeleciler, Türkiye’de bütün olayların arkasında Yahudi zihniyetini aradılar; ülkenin komünizm ve siyonizm tehdidi altında olduğunu iddia ettiler. Dünya sistemini deşifre ediyor, devletler oyununu anlatıyor, “Amerika, Rusya, Yahudi’ye kukla!” şeklinde sloganlaştırıyorlardı. Zaten Mücadele Birliği üyeleri de kendilerini tanımlarken antikomünist, antikapitalist, antisiyonist, antiemperyalist, milli değerlere bağlı ve İslama saygılı olma vurgusunu yapmayı tercih ettiler hep.

Mücadele Birliği’ni diğer sağ gençlik hareketlerinden ayıran özelliklerinden biri, hiçbir siyasi akımın temsilcisi ya da alt grubu olmamasıdır. Siyasi bir harekete dönüşmek yerine ülkeye hizmet edecek insan kadrosu yetiştirmek amaçlanıyordu. Aykut Edibali Türkiye’de yapılan ihtilallerin başarısızlığının en önemli nedeni olarak yetişmiş insan kadrosunun yetersizliğini gösteriyordu. Hareket, sonradan dağılma sürecine girmesine rağmen kadro yetiştirme geleneğini uzun süre kaybetmeyerek bir anlamda başlangıçtaki hedefine ulaşmış oldu.

Aykut Edibali “Mücadele Birliği bir kültür hareketi, bir mektep olarak vereceğini fazlasıyla verdi. Renkleriyle, çeşitleriyle çok farklı yerlerde olan insanlarıyla bunu başardı. 20 tane adam Türkiye’yi salladı.” diyor. Ziya Hoca da Türkiye’yi sallayan o 20 kişiden biriydi.

SİYASET MÜSLÜMANLIĞIN OMURGASIDIR

Mücadeleciler, İslamcıydılar, dolayısıyla Ziya Gökalp tarzı Türkçülüğe karşıydılar ve Alparslan Türkeş’e uzaktılar. Fakat Necmettin Erbakan hareketine de uzaktılar; çünkü T.C. devletinin kuruluşu ile Erbakan hareketinin İslami “model”i arasında mutlak bir çatışma olacağını, ileride devletin iktidarına talip olsalar bile bu konuda ihtilaflı bir durumun ortaya çıkacağını ve Türkiye’nin zarar göreceğini düşünüyorlardı.

12 Mart 1971 tarihi, Yeniden Milli Mücadeleciler için de yeni bir dönemin habercisi oldu. Hareketin çekirdek kadrosu parçalandı. Necmettin Türinay, Cemil Çiçek, Ömer Ziya Belviranlı, Taha Akyol gibi isimler Mücadele Birliği ile yollarını ayırdılar.

İlk kırılmanın ardından hiçbir şey eskisi gibi olmasa da Mücadele Birliği gerek yayınları, gerekse etkinliği ile kendine biçtiği misyon doğrultusunda faaliyetlerine devam etti. Yetmişli yılların ortalarına kadar küçük bölünmeler yaşandı; ama bunlar belirleyici olmadı.


1975’e gelindiğinde hareketin siyasal parti haline gelmesi için çalışmalar yapıldı. Aykut Edibali, Millet Partisi’ni ele geçirerek siyaset yapma isteğini gösterdi. Millet Partisi fikrinin tabandan gelen tepkiler sonucu başarıya ulaşamaması, birliğin siyaset arayışında yeni hedefler belirlemesine neden oldu. Bu kez de merkez sağın en büyük partisi Adalet Partisi ile ilişki başladı. Tabandan gelen itirazlara rağmen yönetim AP ile anlaşıp, bu partinin gençlik kollarını örgütleme yoluna gitti. Bu dönemde ayrılmalar arttı. Mehmet Akif Ak, Hüseyin Gülerce, Ahmet Taşgetiren, Mehmet Ali Taşçı gibi yazarlar Mücadele Birliği içinde yetişip ayrılanlardandı.

12 Eylül sonrası Aykut Edibali kendisini terk etmeyen arkadaşlarıyla birlikte Islahatçı Demokrasi Partisi’ni kurarak Mücadele Birliği’nin yerinin artık siyasal parti çatısı olduğunu göstermek istedi. Ancak birlikte yola çıktığı insanların büyük kısmı artık yanında değildi.
Ziya Yürekli Hoca, 1969’dan itibaren Adana’da kurucusu olduğu Mücadele Birliği hareketine destek verdi; hareketteki kopmalara üzülse de Aykut Edibali’ye ve merkeze hep vefa gösterdi. Emekli olunca birkaç yıl Millet Partisi il başkanlığı yaptı. Ziya Hoca, emekli müftülerimizden Mustafa Kapçı hocayla birlikte Adana’da faziletli insanlardan oluşan cemaatine hizmete son nefesine kadar devam etti.

Türkiye’nin Ziya Abisi, hocası ve hizmet kahramanıydı. Ziya Hoca, siyaseti Müslümanlığın omurgası görüyordu ve millet düşmanlarına ve şer odaklarına karşı mücadelenin imanın gereği olduğunu savunuyordu. Siyaseti ibadet zihniyeti ve ciddiyetiyle yapıyordu.
Son yıllarda kendini tamamen vakıf çalışmalarına verdi. Gençlerle ilgilendi. Eğitimlerine destek verdi. 27 Aralık 2007 Perşembe günü, vakıfta, gençlerle sohbet ederken yüksek tansiyondan beyin kanaması geçirdi ve bir ay yoğun bakımda kaldı.

Ziya Hoca, ömrünü adadığı hizmet yolunda rahmet-i Rahman’a kavuştu. Ziya Yürekli Hoca, hayatına, ölümün çalamayacağı bir anlam kazandırmayı başardı. Nur içinde yatsın. Allah (c.c.) ona rahmetiyle muamele etsin. Kabrini, cennet köşelerinden bir köşe kılsın. Oğlu olmakla iftihar ediyorum.

8 Nisan 2015 Çarşamba

BABAMIN KİTAPLIĞI


1.

Ölümünden bir ay  önce, babam, bir kağıta bir şeyler yazıp bana verdi. O mahcup tebessümüyle, veda etme havasını takınarak, nükte yapar gibi, daha sonra okumamı istedi..  

Tam kapıya vardım, babam Mushaf’ı kapattı. Üzerinde kağıt kalem olan sehpaya eğildi, bir şeyler yazmaya başladı. Beni fark etmemişti. Çalışmasını bölmek istemedim. Kapıda durup bir süre onu izledim.

Hala Kur’an-ı Kerim elindeydi, ben odaya girince, okumaya son verdi. Yüzüme gülümseyerek bakıyordu. Karşısında durdum. Bakıştık.

Bir insan, hayatta en çok yaptığı işiyle, hatta en güzel haliyle hatırlanmayı hak eder. Babamın resmi, Kur’an-ı Kerim’i okuma görüntüsüdür: Onu pek çok olayın içinde gördüm, çeşitli işleri yaparken seyrettim. Babam cami kürsüsündeyken vaaz ve sohbetlerini, yüz yüze nasihatlerini dinledim. Namaz kılarken ya da oruçlu hallerine tanık oldum, hatta hacca gidip geldiğindeki halini hatırlıyorum. Bir sınıfta, kara tahtada beyaz tebeşirle öğretmenlik yaparken.. Pek çok durumunu bilirim. Tüm bu görüntülerin arasından Kur’an-ı Kerim’i okuma görüntüsü sıyrılıp öne çıkar.  

Sehpada ikiye katlı duran dosya kağıdını içine koyduktan sonra Mushaf’ı bana uzatırken, mahcup bir şekilde “Beni etkileyen ayetlerin listesini çıkardım. Sonra bir bakarsın! Belki benden sonra bu ayetlerden sen de yararlanırsın..” dedi hafifçeKur’an-ı Kerim’i aldım, onu kütüphanedeki yerine koyacaktım.   

Evde, çalışma odamda idik. Vedalaşma havasında, kederli, ama oldukça vakur, hatta şefkat dolu.. Fakat mahcuptu. Helalleşmek ister gibiydi. Bu davranışı, beni sarstı.

İkimizi de kederlendiren bu unutulmaz an biter bitmez ikimiz de her zamanki rollerimize, hayatı daha ağırdan alan, genel geçer baba oğul kimliklerimize geri dönerek rahatladık. 

Her zamanki gibi havadan sudan, eşe, dosta, hayatta olan akrabalarımıza dair meselelerden, Türkiye’nin bitip tükenmez siyasi dertlerinden ve babamın bir ömür verdiği vakıf hizmetlerinden, çok da fazla kederlenmeden, söz ettik.


4 Nisan 2015 Cumartesi

TOROS KARTALI: NECMETTİN ERİŞEN Mustafa Yürekli






Türkiye’nin sosyal ve siyasal tarihini, yükseliş ve düşüşünü, Anadolu şehirlerinden izlemek, kavramayı daha da kolaylaştırır. Her aydın, biraz da yetiştiği çevrenin eseridir çünkü. Bir İslam şehri olan Adana’nın tarih mecrasında coşkulu akışı nice kahramanın destansı hayatlarıyla gerçekleşmektedir.

Mefahiri, şehrin nabız atışlarının duyulabildiği hayatlardır. Adana’nın kalp atışlarını dinleyebileceğimiz mefahiri denilince, ilk anda aklıma üç isim, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Necmettin Erişen ve Hadimü’l Kur’an Ziya Yürekli Hoca gelir.

Onlar, Adana’nın yiğit çocuklarıdır; Adanalıların karakteristik özelliklerine sahip olduklarından kabına sığmayıp ülkenin vaziyet ve istikametini etkileyecek derecede büyük aksiyon ortaya koyan ve tarihe müdahale boyutuna varan hayatlarıyla örnek kişiliklerdir. Bu yazıda, Adana’nın mefahirinden Necmettin Erişen’i anlatacağım. 

MİLLET EVLATLARI

İnsanın sahih kültür damarına eklemlenmesi bilinç ve irade olduğu kadar, kaderdir de. Necmettin Erişen’in ruhu, mekan ve zamanda süzülen, ölümsüzlük sırrına ermiş bir Toros kartalıydı.

Necmettin Erişen, Tepebağ’da ikamet eden ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Adana alimlerinden Hacı Osman Efendi, dedesiydi. Kamışlı Medresesi müderrislerinden Molla Mustafa da babası. 93 (Rus) Harbi’ne, Çanakkale cephesine, Medine Müdafaası’na evlatlarını gönderen ailenin tarihi, milli tarihi de yansıtıyordu.

Cemal Paşa’nın Adana valisiyken Ermeni ayaklanması sonrasında astığı 50 kişiden birisi de Necmettin Erişen’in amcasıydı. Dolayısıyla Necmettin Erişen, İslam terbiyesini ve tarih bilincini ailesinden aldı.

Necmettin Erişen, 1952 yılında Adana İmam Hatip Okulu açılınca ilk kayıt yaptıranlardandı. Okuldan hocası, Adana’nın ünlü alimlerinden Mehmet Baysal Hoca köylüsü ve baba dostuydu. Erenköy Cemaati’nin postnişini, büyük İslam alimlerinden Adanalı Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun  halifelerindendi, Mehmet Baysal Hoca, Tepebağ Kur’an Kursu’nda ve Adana İmam Hatip Lisesi’nde Kur’an-ı Kerim hocalığı yapıyordu.

Baysal Hoca,  hafızlardan ve medrese eğitimi almış öğrencilerden bir grupla yakından ilgilendi. Necmettin Erişen ve babam Ziya Yürekli Hoca bu öğrencilerdendi. İmam Hatip yıllarında Baysal Hoca’nın himmetiyle Necmettin Erişen, Yeni Cami’de, Ziya Hoca da Karşıyaka’da, Türkistanlılar Camii’nde imam hatiplik görevi yaptı.  

İmam Hatipli gençler, 1950’li yıllarda, dünyada olup bitenleri, İslam coğrafyasının durumunu, özellikle Kıbrıs ve Filistin’deki gelişmeleri yakından takip ettiler. Arapçayı bilen, İslami ilimlere vakıf, tarih şuuru yüksek bu Adanalı gençler, Filistin’in yeni kurulan İsrail’e karşı, Irak ve Mısır’ın İngilizlere karşı, Suriye ve Cezayir’in Fransızlara karşı verdikleri bağımsızlık mücadelelerini takip ettiler. Ziya Yürekli’nin görev yaptığı Türkistanlılar Camii ve mahallesinde, Doğu Türkistan’dan hicret eden Müslümanlar oturuyordu. Ziya Yürekli, cemaatten Çin’de ve Sovyetler Birliği’nde Müslümanlara yapılan mezalimi öğrenip arkadaşlarıyla bu bilgileri paylaşıyordu.

27 Mayıs darbesinden bir ay önce, 27 Nisan 1960’ta, darbe ortamı hazırlamak için İstanbul ve Ankara’da düzenlenen ‘Gerici ve Yobazları Telin Mitingleri’nin  bir süreği olarak Adana’daki mitingi, o zamanki Adana’nın solcu aktivist gençlerinden ünlü yazar Demirtaş Ceyhun ve arkadaşları düzenledi..  Necmettin Erişen, bir grup arkadaşıyla vatandaşın arasına karışarak mitingi bastı ve sabote etti. Sosyalizm, kapitalizm, siyonizm ve emperyalizme ilişkin belli bir birikim ve bilinç taşıyorlardı.

1968 KUŞAĞININ İSLAMCI KANADI

Bir millet, kendi medeniyetinden karga tulumba çıkarılıp can düşmanlarının etki alanına sürüklenince ve emperyalizmin elinin altına bırakılmak istenince, elbette kendini savunacaktır. İslami hareket, milletimizin iradesi ve kendini savunmasıdır.

Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyon olan nüfus, kırk yılda dört katına çıkmış, göçlerle taşra kentlerini metropollere eklemleyen, İslam’la temellendirilmiş bir muhalefet, büyük şehirlerin varoşlarından devasa bir biçimde yükseliyordu ve üniversitelerin sayısı arttığından millet evlatları yüksek okullarda okumaya başlamıştı. Bu hızlı ve kontrol edilemeyen muhalif süreç, sosyalizm komplosuyla manipüle edildi. 1961 Anayasası’yla sol harekete yol verilip gelişmesi için gereken şartlar hazırlandı. Türkiye İşçi Partisi 1965 yılında 15 milletvekiliyle Meclis’e girdi. 1980’e kadar sürecek olan sol hareketin 15 yıllık yükselişi, Necmettin Erişen’in gençlik yıllarına denk düşüyordu.  60’ların ikinci yarısında Konya Yüksek İslam Ensitütüsü’nde öğrenciydiler ve  1968 kuşağının İslamcı kanadını oluşturuyorlardı.

Toroslardan, Aladağ’dan Konya ovalarına iki kartal süzüldü. Konya’da Keçeciler Camii imam hatibi Necmettin Erişen ile Sahip Ata Camii imam hatibi Ziya Yürekli. Evli, iki üç çocuk sahibi olmaların rağmen, arkadaşlarıyla bir takım kültür çalışmaları yürüttüler. Hz.Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’de başardığı dirilişi, 14 asır sonra Türkiye’de tekrarlayabilirler miydi? Kur’an-ı Kerim surelerini tek tek çalıştılar, siyer-i nebi ve hadis-i şeriflerle birlikte. Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik meali, Zekai Konrapa’nın “Peygamberimiz” adlı siyer kitabı ve Nevevi’nin “Riyaz’üs Salihin” isimli hadis kitabı ellerinden düşmüyordu.

1930’lu yıllardan itibaren Konyalılar, çocuklarını Ezher Üniversitesi’ne, Mısır’a, Suriye’ye gönderdiler.  1960’lı yılların ikinci yarısında, Konya’da, onlarca yurt dışında eğitim almış ilahiyatçı genç vardı. Bu ilim ve irfan yüklü gençler, dine ve millete hizmet için yerlerinde duramıyorlardı. Hayatı sorguluyor, tarihi araştırıyorlardı, bu hummalı okuma ve sorgulama sürecinde. Yeni Ümit dergisini çıkardılar.

Necmettin Erişen, bir tren yolculuğunda Cemil Meriç’le yaptığı tartışmada, sorduğu sarsıcı sorularla hidayetine vesile oldu ki böylesine birikimliydiler. Cemil Meriç Jurnal’inde  o yolculuğu anlatırken Necmettin Erişen’i “Dağdan dağa vuran bir çağlayandı o.” diye tanımlıyor.  İşte Cemil Meriç’in eve dönüşü ya da kendi medeniyetimize rücû edişi, bu tren yolculuğundan sonra başlar. Yıl 1966, Necmettin Erişen o sıralarda Konya ilahiyatta ikinci sınıf öğrencisi, henüz meçhul bir isim ayrıca!..

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE DERNEĞİ

Aynı kitabın sayfaları arasında yetiştiler. 1967’de Konya’da 20 genç, hazırladıkları mücadele programını, Yeniden Milli Mücadele Derneği’yle kurumsallaştırdılar.. Konyalı ve Adanalı gençler, Afyon’dan Aykut Edibali ve arkadaşlarının ortak hareketine katıldılar.

Necmettin Erişen’in liderliğini yaptığı Yeniden Milli Mücadele hareketi, ülke çapında yankı yaptı. Bir avuç sahabe imanlı genç, tarihe ve hayata müdahale ediyordu; bulundukları şehirlerin mahallelerine, varoşlarına ve köylerine dağılıp doktorlar hastaları muayene ediyor, eczacılar bedava ilaç dağıtıyor, mühendis, avukat ve ilahiyatçı olan genç aydınlar davayı anlatıyorlardı. Hısım akraba, eş dost, konu komşu, hastane ve esnaf ziyaretleri ömürleri boyunca yürütecekleri etkinlik olacaktı. Konya’da ve Adana’da binlerce gencin toplandığı salonlarda konferans veriyorlardı. Yürüyüş ve miting yapıyorlardı, yasaların izin verdiği ölçülerde. Sol ile mücadeleyi silahla değil fikirle yapmayı amaç edindiler ve Marksizmi bir solcu kadar öğrendiler. Kısa sürede çoğaldılar ve Türkiye'nin ihtiyacı olan 'milli' kadronun oluşmasında etkili oldular. Solla girişilen mücadele sonrası kazanılan bir kale olan MTTB dört yıl süreyle bu işlevini yerine getiriyor. Ancak altmışlı yılların sonuna doğru üniversitelerde sol rüzgarın karşısında MTTB'nin pasif kalması birlik içinde daha aktif olmak isteyenlerin seslerinin artmasına neden olur. Mücadele Birliği'nin özelliklerinden biri de sağdaki en disiplinli teşkilat olmasıdır. Aykut Edibali'nin imzasını taşıyan "Milli Mücadelede Kadroların Vazifeleri" isimli kitapta mücadeleci bir gencin ne yapması, nasıl davranması gerektiği anlatılıyor.

Necmettin Erişen, sosyalist hareketin yanlışlarını telin etmek için hazırladığı birdiride “Milletin camisini ve namusunu korumakla görevli olanlar, milletin camisini ve namusunu koruyamayacaksa, millet kendi namusunu ve camisini koruyacaktır.” deyince, hakkımda “milleti isyana teşvik”ten dava açıldı. O bildiriyi gazetelerinde yayınlayan mahalli gazetelerin yazı işleri müdürleri de hapis cezasına çarptırıldılar. Necmettin Erişen, iki sene cezaevinde yattı; karizmatik bir lider olarak çıktı hapishaneden.. Tutukluluk süresince, verdiği derslerle, adi suçtan hüküm giymiş mahkumlardan aydın bir kadro bile çıkardı.

Şehirleri öylesine harekete geçirmişlerdi ki Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş hazır buldukları Konya ve Adana’dan kolayca siyasete atıldılar. Necmettin Erbakan, herüz bağımsız milletvekiliydi; Hasan Aksay, Serdengeçti, Osman Turan vb. Müslüman siyasetçiler toplanmışlar ve Milli Nizam Partisi’ni kurma hazırlığı yapıyorlardı. Zengin bir kişi olarak tanınan Tahsin Demiray, genel başkan seçileceğinden emin bir şekilde genel merkez için yer kiralamış, toplantılar yapılıyordu. MNP kurulurken yapılan toplantıya Necmettin Erişen de çağrıldı; o da katıldı: “Tahsin Demiray’ın kitapları elimde, toplantıya girdim ve o kitaplardan bazı pasajlar okudum. Ortam birden değişti. Ve Tahsin Demiray’ın Genel Başkan olması  böylece engellenmiş oldu. Tahsin Demiray’ın yolunu keserek, Erbakan hocanın yolunu açmış olduk.” diye anlatırdı, o toplantıyı.
Metin Toker, 'Solda ve Sağda Vuruşanlar' kitabında Mücadele Birliği ile Dev Sol'u karşılaştırarak Yeniden Milli Mücadeleciler için sağın Dev Genç'i tanımını yapmıştı. Faruk Sükan, Doğan Öz, İhsan Sabri Çağlayangil, Mücadele Birliği’ni hedefe koyan açıklamalar yaptılar.

Halk uyur, devlet uyumazdı.. 12 Mart darbesi, 1972’de Yeniden Milli Mücadele Derneği’ni kapattı.

GERÇEK EMPERYALİZM

1969’dan itibaren haftalık olarak Yeniden Milli Mücadele dergisini, aylık olarak kültür sanat dergisi Pınar’ı ve üç ayda bir de felsefe dergisi Gerçek’i çıkarıyorlardı. Necmettin Erişen,  “Türkiye’de Altıncı Filo Hadiseleri ve Gerçek Emperyalizm” kitabını yayınladı. Harıl harıl okuyorlar, cesurca yazıyorlardı. Kültür, sanat ve edebiyatla uğraşıyorlardı.. Hikayeciler, şairler yetiştirdiler. Müzik grupları vardı, kahramanlık türküleri icra eden ve tiyatro toplulukları konferanslardan önce sahne alırlardı.

Türkiye'de emperyalizme karşı bir bilinç uyandırmak, milli politikalar geliştirip, milletimize yerli çözümler sunarak mutlu, ileri, kalkınmış bir Türkiye oluşturmak idealini gütmüşlerdir. Milletimiz başını kaldırıp onlarla çağdaş İslam düşüncesine baktı: Ebu’l Hasan en-Nedevi’nin, Mevdudi'nin, Seyyid Kutub'un kitaplarını ilk kez onlar çevirdi ve harıl harıl okudular, okuttular. Adana'dan Abdülkadir Şener, Seyyid Kutub’un "Yoldaki İşaretler" kitabını çevirdiği için yargılandı ve hapis yattı.

İslâmî çevrelerde, tevhidi uyanışın ilk tohumlarını atan ve Kur'an'ı yeniden okumak gerektiğini vurgulayan Yeniden Milli Mücadele hareketi, aynı zamanda "devlet ile milleti" aynı özde ve ülküde barıştırmak gibi, çok önemli bir misyonu da üstlendiler. Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler”de bahsettiği, milletimizin ana kafilesini, toplumun omurgasını korumaktı amaçları.


Türkiye’de, CHP’yi iktidardan uzak tutmak için milliyetçilerin ve İslamcıların birlikte hareket ettikleri, 1945 – 1970 arası çeyrek asırlık dönemde, bu birlik anlayışını kalıcı kılmak için “İlmi Sağ” ve “İnkılap İlmi” gibi teorik çalışmalar yaptılar. İslam realizmiyle idealizmini kuramlaştırmaya çalıştılar.

Adana’nın yiğit çocuklarından, “Fransa’da okurken, sabah namazı için Türklerin evlerini dolaşıp  sabah namazına kaldıran” Remzi Oğuz Arık hocayı Konya’ya davet edip Yüksek İslam Enstitüsü’nde dinlediler, ne var ki kısa süre sonra öldürüldü.. Necip Fazıl Kısakürek, Necmettin Erbakan, Tahsin Demiray’la görüşüyorlardı. Yaşar Kutluay, Raif Karadağ, yine Adananın yiğit çocukları  İlhan Darendelioğlu ve daha sonra Alparslan Türkeş liderliğinde MHP’ye dönüşecek olan Türkiye Köylü Millet Partisi’ni 1953’te kuran Cengiz Öztürk çevrelerindeki aydınlardı..

70 sonrasında sistem, AP’yi zayıflatmak için liberaller, milliyetçiler ve İslamcıları ayrıştırma ve partiden uzaklaştırma politikasını dayatınca, ters düşen Milli Mücadele Hareketi de kapatıldı.

AYDIN DURUŞU

Aslan yatağından belli olur, demiş atalarımız. Siyasi tarihimiz, son çözümlemede aydın duruşudur.  Yükseliş dönemlerinde, aydının şahsiyet iddiasını görürüz. Gücün karşısında başını vermeyen şehittir, Müslüman aydın. Ruhunu, kalbini ve aklını hakikate adamıştır çünkü. Düşüş dönemlerinde de aydının sözkonusu duruşunu koruyamadığı görülür.

Toplumun ruhu olan aydın, medeniyet değerlerinden aldığı soylu duruşuyla milletinin dostunu ve düşmanını ayırt edip hakikatin sözcülüğünü yapabilirse, millet yeniden yükselişe geçilebilir. Necmettin Erişen, aydın duruşuyla, düşünsel ve siyasal tarihimizde kendine yer açmış bir Adanalı aydındır. Kurucuları arasında olduğu ve liderliğini yaptığı Yeniden Milli Mücadele Hareketi, 1970 sonrası Türkiye’sine mührünü vurmuştur. 1980 sonrasında öğretmenlik yaparken pek çok gençle ilgilendi ve onların donanımlı yetişmeleri için destek oldu. Bugün Üsküdar’da Bülbül Deresi’nde bir grup Romen İslamcı, Necmettin Hoca’yı hayırla hatırlayıp dua etmektedir.

Toros kartalı Necmettin Erişen, mekan ve zamanda süzülerek yüreğiyle bütün bir yeryüzünü kuşattı, İslam milletini uyandırmak için attığı çığlıklarla mahşeri vicdanın tercümanı oldu, semada hoş bir seda bıraktı.

Üstünde mavi gök, beyaz bulutlar, etrafında Toroslar’ın yüksek yamaçlarının gür yeşilliği ve dağdan dağa vuran acının sessiz yankılanmaları arasında kartalın kalbi duruverdi. Necmettin Erişen, o aydın Türkmen kocası, sıla-i cennet özlemini sıla-i rahim yaparak gidermeye çalışıyordu.

Münzevi kartal, 3 Haziran 2011’de, doğup büyüdüğü Karaisalı’da, Aladağ’ın yamacında, ağaçlarını tek tek elleriyle diktiği bahçede, bir zeytin ağacının dibinde hüsn-ü hatime ile son nefesini verdi. Toros kartalı, dünyaya bir zeytin dalı uzattı ölümüyle de.

Ertesi gün, dostlarının ve sevenlerinin omuzlarında geldiği Kabasakal Mezarlığı’nda, dualarla, naşı vatan toprağına, Adana’nın kucağına, kahramanlığı da milletimizin gönlüne emanet edildi.  


Portakal Çiçeği Dergisi, Nisan, Mayıs, Haziran 2015, Yıl:2, Sayı: 5.