Okuma alışkanlığını kazanmamda babamın büyük rolü var. Rahmetli
babam Hadimül Kuran Ziya Yürekli Hoca, Adana İmam Hatip Lisesi’nde meslek
dersleri öğretmeniydi.. Uzun yıllar ortaokul bölümünde Kuran-ı Kerim, liselerde
kelam ve fıkıh derslerine girdi. Mesleğini sevdiği için işini zorunluluk
hissederek değil keyifle yapardı.
Memur olduğunun farkında bile değildi; mesleğinin
kısıtlamalarını ve üzerindeki baskıya varan etkisini düşünmüyordu. Birkaç kez
mesleki deformasyon üzerinden memurluğu sorgulamaya kalktığımda rahatsız
olmuştu. Millî Eğitim,
okul idaresi, müfettişler
vs, hiçbiri öğrencilerinden
ve kendi kişisel değerlerinden
önemli değildi.
1980’lerin başında İvan İllich’in “Okulsuz Toplum” kitabını yeni okumuşum,
örgün eğitimi sorguluyorum; beni dinlememişti..
İlahiyat eğitimini bitirdikten sonra 3 yıl Diyanet
camiasında çalıştı, müftüyken milli eğitim camiasına geçti. Bu görev
değişikliğinin ana nedeni, yaygın yetişkin öğrenimine gençlerin örgün eğitimini
tercihti. Gençlerle ilgilenmekten çok mutlu oluyordu; öğrencilerde farkındalık
oluşturmak ve psiko sosyal gelişimlerini tamamlamalarına destek olmak için tek
tek konuşurdu. Yurt sorumluluğunu üstlenir, yatılı öğrencilerle özellikle
ilgilenirdi, ailelerinden uzakta ilim tahsiline çalışıyorlar diye.
Zaten öğretmenlik gerçekten
zor bir meslektir. Sınavlar,
yetiştirilmesi gereken konular, ders çeşitliliği, sınav kâğıtları, notlar,
dönem ödevleri, yine notlar.. Gerçekçi olmak gerekirse, öğrenciler -pek azı dışında- ders ve not olarak bakıyorlar
derslere, kitaplara; elbette haklılar da. Örgün eğitim
bana göre de son derece sıkıcıdır. Bütün bunlar
arasında öğretmenin memuriyetten, öğrenciyi yalnızca notla değerlendirme
çarkından kurtulması, öğrenciye ilim, araştırma, kültür, sanat ve edebiyatla
uğraşma zevkleri verebilmesi kolay değil. Bir imam hatip mezunu arkadaşım, “Ben
İslam tarihini okullardaki tarih kitaplarından değil, tarihi romanlarından ve
Mustafa Akad’ın yönettiği ve Anthony Quinn’in Hz.Hamza (radiyallahu anh) rolünü
oynadığı Çağrı filminden öğrendim!” demişti.
Eğer öğrencinin kişisel çabası yoksa, evden ve başka
kaynaklardan desteklenmiyorsa, okuma alışkanlığının, örneğin nasıl edebiyat
zevkinin yalnızca okullardaki edebiyat derslerinde kazanılması, kazandırılması
çok zor ise islami ilimlerle uğraşma, tasavvufi zevkler ve tarih bilinci
kazanma da çok zor. Babamın çabaları hep bu yönde oldu: Tarih bilinci, İslam medeniyeti iddiası ve
erdemle temellendirilmiş ilkeli siyaseti kazandıracak kültür çalışmalarına,
kitap okumalarına yönlendirirdi gençleri. Yıllar sonraki geri dönüşlerde bunun
karşılığını aldığını görmek da açıkçası onu çok mutlu ederdi.
Babam Ziya Hoca, iyi bir okurdu. Kaynak kitaplar elinin
altında dururdu, kendince yeni yayınları, dergilerin yeni sayılarını ve okuru
olmaktan onur duyduğu belli yazarların yeni kitaplarını takip eder, hemen
edinirdi. Hutbe, mektup vs. yazdığını hatırlıyorum. Kitap ya da makale yazmak
için masaya hiç oturmadı. Not defterleri vardı vaazlar için hazırlanmış, orada
İslami kavramlar tanımlarıyla yazılıydı, belli konulara ilişkin ayetler,
hadisler, ulema görüşleri not edilmişti.. Böyle birkaç not defteri bıraktı
geride.
Ben kitap okumanın önemli ve ciddi bir eylem olduğunu
ondan öğrendim; kağıt kalemle yeni tanımları, kuramları ve konuları not alarak
okumak.