20 Aralık 2019 Cuma

CEMİL MERİÇ İLE İLK KARŞILAŞMA - İrfan Küçükköy

Ben birkaç cümle ile fikriyatımızı özetledim. Ancak asıl etkileyici cümleler Necmettin Erişen’den geldi. Özetle “Bizim gibi inanmayanlar, bizim gibi düşünmeyenler, bizim gibi yaşamayanlar, bizi kurtarma hakkına sahip değildir. Komünistler ve kapitalistlerin bu millete verecekleri bir şey yoktur”. Bununla niyetimiz Cemil Meriç’i tenkit, ikaz ve telkin değildi. Söylediklerimiz ideal olarak kabul ettiğimiz prensiplerimiz idi.




1967 yılında ilk tanıdığımda Cemil Meriç, Kemal Tahir, Atilla İlhan gibi birkaç edebiyatçı, Halit Refiğ, Metin Erksan gibi birkaç sinema yapımcısı, Marksist çizgiden yeni dönüş yapmışlardı. Diğerleri, Türk kültür birikiminin yüceliğini keşfedip arayışlarını düşünce ekseninde sürdürürken Cemil Meriç, bir adım daha ileri giderek bu evrensel kültürün gelişmelerinde İslam’ın rolünü de keşfetmişti. Oğlu Mahmut Meriç babasının “Elli yaşına kadar Batı düşünceleri çemberinde, 1960'larda Hind kültürü etkisinde, 1970’e doğru da Asya’nın Avrupa ile hesaplaşması ile kendini yenileyen bir entelektüel olduğunu” anlatır. Cemil Meriç Solcu olduğu zamanlarda bile kendini Büyük Doğu kültürüne yakın olarak tanımlar...

Cemil Meriç, Konya’ya Avukat Tevfik Kılıçkaya'nın davetlisi olarak konferansa gelmişti (1967). Bu avukat, bu tarihte CKMP’nin Konya il başkanı idi. Konferansını dinleme imkânı bulamadım. (Necmettin Erişen dinlemiş olabilir.) Avukatın yazıhanesinde kendisini ziyaret ettik. “Hoş geldin” dedik. Karşılıklı hal hatır sorduk. Henüz Mücadele Birliği’ni kurmamıştık. Hazırlık çalışmaları içindeydik. Ben birkaç cümle ile fikriyatımızı özetledim. Ancak asıl etkileyici cümleler Necmettin Erişen’den geldi. Özetle “Bizim gibi inanmayanlar, bizim gibi düşünmeyenler, bizim gibi yaşamayanlar, bizi kurtarma hakkına sahip değildir. Komünistler ve kapitalistlerin bu millete verecekleri bir şey yoktur”. Bununla niyetimiz Cemil Meriç’i tenkit, ikaz ve telkin değildi. Söylediklerimiz ideal olarak kabul ettiğimiz prensiplerimiz idi. Cemil Meriç’in ağzından “O genç kimdi?” sorusu olmasaydı ayrıntıya girmeyecek, sadece görüştüğümüzü yazacaktım. Aslında bu tarihlerde her konuştuğumuz dava sahibi insan üzerinde açıklamalarımız çarpıcı etki yapıyordu. Yani kalıcı, etkili oluyorduk. Necmettin Erişen’in birkaç cümlesi derin etki bırakmış olmalıdır.
Kılıçkaya bizi tanıtırken “Üniversiteli gençler” demişti. Belki de bu ifade "üzerinde konuştuğumuz Üniversiteli Gençler" anlamına idi. Bizimle yaptığı konuşma, daha doğrusu bizim konuşmamız hayatının akışını değiştirmiş. Şöyle yazıyor: “Konya yolculuğumda (1967) ilk defa başkası ile temas ettim. Başkası yani kendi insanım. Kaderin karşıma çıkardığı genç üniversiteli “Sen bizden değilsin” dedi. Sen bizden değilsin. Evet, ben onlardan değilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. (Bu Ülke dibacesi, s.53. Mahmut Meriç) Sadece dinledi. Hiçbir yorumda bulunmadı. Yorgunluğuna yormuştuk. Meğer düşünce dünyasında nefis muhasebesi yapıyormuş.
Ancak kızı Ümit Meriç, bir tren yolculuğundan bahsediyor. O tarihte Necmettin Erişen ile Avukat Kılıçkaya çok samimi dostlardı. Cemil Meriç'i Konya'ya getirmek için birlikte konferans verdiği bir şehirden getirmeye gitmiş, veya Kılıçkaya rica edip, Necmettin Erişen'i göndermiş, birlikte dönmüşler de olabilirler. O tarihte öyle oluyordu. Bolvadin'de vaizdim. Necip Fazıl, burada konferans verecekti. Arkadaşlar konferans verdiği Eskişehir'den giderek otobüsle getirmişlerdi. Oradan da başka ilçeye geçmişti. O tarihte seri konferanslar yaygındı.
Cemil Meriç'e bir hanım hizmet veriyordu. Kılıçkaya "Cemil Meriç'in eşi" demişti. O tarihlerde gözleri çok zayıf gören Cemil Meriç’e kitapları onun okuduğunu söyleyen Av. Tevfik Kılıçkaya, Fransızca da bildiğini, tercümelerinde Cemil Meriç’e yardım ettiğini söylemişti. Daha sonraları bunu teyit eden bir bilgim olmadı. Cemil Meriç’i konu alan makalelerde genellikle talebelerinin yardımı ile günde onlarca sayfa okuduğu ve önemli kitaplara böyle ulaştığı yazılıyor. Bu uygulama ne kadar gerçekçi ve sürdürülebilir bilmiyorum. Ancak kızı Prof.Dr. Ümit Meriç babasına kitap okuduğunu konuşmalarında anlatmaktadır.
Ümit Meriç ile görüşmem olmadı ama üniversite öğrenciliğinden beri tanırım. Üniversiteye giderken Üsküdar vapurunda görüyordum. Daima ciddi babasının kızı olma vakarına uygun davranırdı. Hiçbir laubali tavrını görmedim. Roger Graudy’nin konferansından tercümanlığını yaptığında anladım ki, babası Fransızcanın, bir yabancı dilin inceliklerini kızına da ulaştırabilmiş. Televizyonlardan röportajlar izledim. Ümit Meriç, bir ruh zenginliği kazanmış, fikri kemaline ermiş. Kendisinden özgün eserler bekliyorum.
Prof. Dr. Ümit Meriç Hanımefendi Konya'da bir özel toplantıda babasını etkileyen kişiyi aradığını söylemiş. 9 Nihat Kahraman Bey de varmış. Birkaç sene sonra ben, bir özel toplantıda bu bilgileri anlatınca, tanışıklığı olan arkadaşım Nihat Kahraman bey, Ümit Meriç hanıma bilgi verdi ve rahmetli Necmettin Erişen ile görüşmesini sağladı.

Kaynak: Adanapost



14 Aralık 2019 Cumartesi

BİR İLİM KAPISI: MUSTAFA KAPÇI HOCA - Mustafa Yürekli

ziya-yurekli-002.jpgBaba dostu da olan hocam Mustafa Kapçı’dan 1970’li yılların sonunda evinde ve Ulu Camide Arapça dersleri almışımdır; kendisinden İmam-ı Birgivi’nin Emsile-i Muhtelife denilen Arapaça filolojiyi, kelime üretme ilmini kısa sürede, incelikleriyle öğrendim ve bir daha da unutmadım, hala o temeller üzerinde yükselir Arapçam. Bina ve Avamil kitaplarını da öyle bir anlattı ki unutmam imkansızdı.

Kapçı hocadan ilmi ihlasla öğretmenin en büyük emaresinin sadeleştirmek ve kolaylaştırmak (özünü vermek) olduğunu öğrendim.

Mustafa Kapçı hoca, 1937 Konya Beyşehir doğumlu.. İlkokulu ve hafızlığı Beyşehir’de bitirdi. Babam Hadimül Kuran Ziya Yürekli ile Necmettin Erişen Hoca gibi Adana İmam Hatip Lisesi (1963) ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsü (1967) mezunu; dolayısıyla Adana’da başlayıp Konya’da devam eden köklü bir dostlukları var.

Cumhuriyet devrimlerinden sonra Konyalılar çocuklarını komşumuz olan Arap ülkelerine ve Mısır’a göndererek İslami ilimler eğitimi almaları için belli bir süre atılımda bulundular. Kapçı Hoca o kuşaktan alimlerdendir. İlahiyat fakültesine kayıt yaptırmadan önce Arapça, fıkıh, tefsir ve hadis gibi İslâmî ilimleri yurtdışında öğrenmiştir. Bir süre Suriye’de bulunup Şam’da medresede (lise dengi) okuyarak (1955 – 1960) Arapça ve Arap Edebiyatı alanında güçlü bir temel atmıştı. Mustafa Sıbai’nin öğrencilerinden olduğu söylenir.  

1961’den itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde değişik görevlerde bulundu. Babam Ziya Hoca da 1969’da Milli Eğitim camiasına geçip buradan emekli oldu. Mustafa Kapçı Hoca, müftülük, müftü yardımcılığı, vaizlik ve imamlık görevlerinde bulundu. Hollanda ve Fransa’ya resmî görevle gönderildi. Yurtiçinde uzmanlık alanıyla ilgili konferanslar verdi.
Mustafa Kapçı Hoca, iyi yetişmiş bir İslam alimidir. Müftülük görevini ifa ederken toplumun zafiyetlerini anında tespit edip vaktinde fiilen ve ilmen müdahale etmesiyle dikkat çekmiştir. Bu nedenle hayır hasenatı, verdiği konferanslar ve yazıp yayınladığı ilmi kitaplarla hizmetleri Adana ve Konya sınırlarını aşıp tüm ülkeye yayılmıştır.

Dinimizin manevi boyutunu ve özünü, “İslâmda Dua ve Zikir” (3. bas. 1997) kitabında anlatan Kapçı Hoca, maddi boyutunu da “İslâmda Sağlığın Önemi İslâmda Cihadın Önemi, Hz. Peygamberin Vasiyetleri” (1998) eseriyle ortaya koymuştur. “İlâhî Sofradan İkramlar, İslâm’ın Hayata ve Ekonomiye Bakışı (2001)” kitabı da yararlandığımız bir başka ilmi çalışmasıdır.

İlmî çalışmalarının yanı sıra camii, minare, vakıf binası, öğrenci yurtları gibi kalıcı eserlerin yapılmasına da öncülük etti ve katkıda bulundu. Eğitim hizmetleriyle gençliğin yetişmesine katkıda bulunmasıyla örnek bir İslam alimi olarak tebarüz etti. Özellikle gençliğin kültürel, dini, ilmi ve fikri problemlerine ilmi yaklaşımlarla çözümler getirmesi, problemlere ehl-i sünnet ve’l cemaat yaklaşımı göstermesi hizmetlerinin ana özellikleriydi.


Mustafa Kapçı Hoca ile babam Hadimül Kuran Ziya Yürekli Hoca Konya’dan tanışıyorlardı. Ziya Hoca, 1964 – 1968 yılları arasında Yüksek İslam Enstitüsü’nde eğitim görürken tanışmışlardı. Yeniden Milli Mücadele Hareketinin kültür çalışmalarında dostluk boyutunda geliştirdiler ilişkilerini. Aykut Edibali Bey, rahmetli Necmettin Erişen Hoca ve Mustafa Kapçı Hoca, baba dostlarımız olarak her zaman dualarımızda yer alırlar; hatıraları tek tek hayırhah bir şekilde yad ederiz, Ziya Hocanın çocukları olarak..

Adana’da Mustafa Hoca Diyanet camiasında, Ziya Hoca da milli eğitim camiasında ihlaslı hizmetleriyle hala örnek alınmaktadır. Adana’da ikisi de sağlam duruşlarıyla kanaat önderi İslam alimleridir; Millet Partisi çevresi onlara yakınlık duyar, faydalanmaya çalışırdı.

Ziya Hocanın vefatından sonra ailesi ve özellikle çocukları olarak; vefası, defin sırasında son görevler yapılırken bizzat ilgilenmesi ve sonraki yıllarda  Kuran hatimleri organize ederek, ölüm yıldönümlerinde anma toplantılarıyla hatıralarını yad ederek gösterdiği kadirşinaslığı ve samimi gayretlerinden ötürü Mustafa Kapçı Hoca’ya minnettarız.

Aydınlatan, arındıran, birlik ve düzen içinde tutan değer ve idealleri ancak alimler ufukta tutar. Dolayısıyla her toplum, alim yetiştiremez olunca çöker. Alim çıkaramamış aileler İslam kültürünün dışında yabancılaşmakta, kuşaklar hızla bozulmakta ve toplum çürümektedir. Alimdir toplumu yükselişe geçiren de çöküşe düşüren de..

Bir toplumun vaziyet ve istikametini anlamak için hemen alimlerine, yetiştirdiği aydınlara bakılır bu yüzden. Bu bağlamda Mustafa Kapçı Hoca ile Hadimül Kuran Ziya Yürekli Hoca Adana'nın mefahirlerindendir. Bir ilim kapısı olarak Mustafa Kapçı Hoca, hizmetleriyle, vefakar ve kadirşinas Adanalıların gönüllerine taht kurmuştur.

31 Ekim 2019 Perşembe

GENÇLERE ADANMIŞ BİR ÖMÜR, Mustafa Yürekli


Okuma alışkanlığını kazanmamda babamın büyük rolü var. Rahmetli babam Hadimül Kuran Ziya Yürekli Hoca, Adana İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmeniydi.. Uzun yıllar ortaokul bölümünde Kuran-ı Kerim, liselerde kelam ve fıkıh derslerine girdi. Mesleğini sevdiği için işini zorunluluk hissederek değil keyifle yapardı.

Memur olduğunun farkında bile değildi; mesleğinin kısıtlamalarını ve üzerindeki baskıya varan etkisini düşünmüyordu. Birkaç kez mesleki deformasyon üzerinden memurluğu sorgulamaya kalktığımda rahatsız olmuştu. Millî Eğitim, okul idaresi, müfettişler vs, hiçbiri öğrencilerinden ve kendi kişisel değerlerinden önemli değildi. 1980’lerin başında İvan İllich’in “Okulsuz Toplum” kitabını yeni okumuşum, örgün eğitimi sorguluyorum; beni dinlememişti..

İlahiyat eğitimini bitirdikten sonra 3 yıl Diyanet camiasında çalıştı, müftüyken milli eğitim camiasına geçti. Bu görev değişikliğinin ana nedeni, yaygın yetişkin öğrenimine gençlerin örgün eğitimini tercihti. Gençlerle ilgilenmekten çok mutlu oluyordu; öğrencilerde farkındalık oluşturmak ve psiko sosyal gelişimlerini tamamlamalarına destek olmak için tek tek konuşurdu. Yurt sorumluluğunu üstlenir, yatılı öğrencilerle özellikle ilgilenirdi, ailelerinden uzakta ilim tahsiline çalışıyorlar diye.

Zaten öğretmenlik gerçekten zor bir meslektir.  Sınavlar, yetiştirilmesi gereken konular, ders çeşitliliği, sınav kâğıtları, notlar, dönem ödevleri, yine notlar.. Gerçekçi olmak gerekirse, öğrenciler -pek azı dışında- ders ve not olarak bakıyorlar derslere, kitaplara; elbette haklılar da. Örgün eğitim bana göre de son derece sıkıcıdır. Bütün bunlar arasında öğretmenin memuriyetten, öğrenciyi yalnızca notla değerlendirme çarkından kurtulması, öğrenciye ilim, araştırma, kültür, sanat ve edebiyatla uğraşma zevkleri verebilmesi kolay değil. Bir imam hatip mezunu arkadaşım, “Ben İslam tarihini okullardaki tarih kitaplarından değil, tarihi romanlarından ve Mustafa Akad’ın yönettiği ve Anthony Quinn’in Hz.Hamza (radiyallahu anh) rolünü oynadığı Çağrı filminden öğrendim!” demişti.

Eğer öğrencinin kişisel çabası yoksa, evden ve başka kaynaklardan desteklenmiyorsa, okuma alışkanlığının, örneğin nasıl edebiyat zevkinin yalnızca okullardaki edebiyat derslerinde kazanılması, kazandırılması çok zor ise islami ilimlerle uğraşma, tasavvufi zevkler ve tarih bilinci kazanma da çok zor. Babamın çabaları hep bu yönde oldu:  Tarih bilinci, İslam medeniyeti iddiası ve erdemle temellendirilmiş ilkeli siyaseti kazandıracak kültür çalışmalarına, kitap okumalarına yönlendirirdi gençleri. Yıllar sonraki geri dönüşlerde bunun karşılığını aldığını görmek da açıkçası onu çok mutlu ederdi. 

Babam Ziya Hoca, iyi bir okurdu. Kaynak kitaplar elinin altında dururdu, kendince yeni yayınları, dergilerin yeni sayılarını ve okuru olmaktan onur duyduğu belli yazarların yeni kitaplarını takip eder, hemen edinirdi. Hutbe, mektup vs. yazdığını hatırlıyorum. Kitap ya da makale yazmak için masaya hiç oturmadı. Not defterleri vardı vaazlar için hazırlanmış, orada İslami kavramlar tanımlarıyla yazılıydı, belli konulara ilişkin ayetler, hadisler, ulema görüşleri not edilmişti.. Böyle birkaç not defteri bıraktı geride.

Ben kitap okumanın önemli ve ciddi bir eylem olduğunu ondan öğrendim; kağıt kalemle yeni tanımları, kuramları ve konuları not alarak okumak.