Ziya Yürekli Hoca, hayatına “ölümün kapıp kaçıramayacağı, çalamayacağı bir anlam” verebilmek için ömrü boyunca Kur’an-ı Kerim okuttu. Binlerce öğrencisi, bugün onu gözyaşı içinde Fatihalarla anıyor.
Hayatımın en acı
günü, babamı kaybettiğim gündür. Bu yazıda, babam “Hadimü’l Kuran” Ziya Yürekli
Hoca’yı anlatacağım. Çevresinin hitabıyla Ziya Hoca, Adanalı emekli bir
öğretmendi. 27 Ocak 2007’de rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Adana İmam Hatip Lisesi’nin öğretmenlerinden Ziya Yürekli ve
Muhittin Aksoy hocalar, Adana’nın Karaisalı ilçesinin ilk üniversite okuyan
çocuklarıydı. Ziya Hoca 1940 yılında Karaisalı’nın Filikli köyünde dünyaya
gelmişti. Dağ köylerinden şehre inip okuyan bu iki Yörük çocuğunun hikâyeleri
50’li, 60’lı ve 70’li yıllarda bölgede bir efsane gibi anlatılırdı. Köy
çocukları, onları örnek alırdı.
Ziya Hoca 1969 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden
mezun olduktan sonra Adana’da bir yıl vekil müftülük ve vaizlik yapmıştı.
1970’ten 1996 yılına kadar Adana İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri
öğretmeni olarak çalıştı. Öğretmenlik hayatı boyunca özellikle ortaokul
bölümünün Kur’an-ı Kerim derslerine giriyor, öğrencilerini Elifba’dan başlatıp
harfleri yerinden çıkartarak tecvit kurallarına uygun bir şekilde okur hale
gelinceye kadar büyük çaba sarf ediyordu. Gerekli ve yeterli okuma düzeyine
çıkamayan öğrencilerini, öğleleri bir saatlik yemek tatilinde bir sınıfta
toplayıp ek ders veriyordu. Ziya Hoca, yaz tatillerinde mahallenin ve hısım
akrabanın çocuklarını toplar, evinde ders verir, namaz surelerini ezberletir,
ilmihal bilgilerini ve Kur’an-ı Kerim okumayı öğretirdi.
İstese okul yönetiminde görev alabilir ve müdür koltuğuna da
rahatlıkla oturabilirdi. Fakat o kariyer hesapları yerine her zaman Kur’an-ı
Kerim’e hizmet etmeyi tercih etti. Arkadaşlarından dönemin Adana Milletvekili
Hasan Gürsoy, 1978 yılında, o zamanın Milli Eğitim Bakanı ile görüştüğünü,
gereken her şeyi ayarladığını ve babamdan Adana İl Milli Eğitim Müdürü olmasını
rica etmişti. Ziya Yürekli Hoca, Hasan Gürsoy’a şu cevabı verdi: “Bilirsin, bir
Hadis-i Şerif var: ‘Sizin en hayırlınız, Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve
öğretendir.’ buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Ben bu Hadis-i Şerif ile hayatım
boyunca amel etme kararı aldım. Siz o göreve daha uygun bir arkadaş bulursunuz.
Böylesi daha hayırlı olur.”
HADİM’UL KUR’AN ZİYA
HOCA
Oğlu olarak, tanıyanların da kabul edeceği 10 özelliğini
saymak isterim:
1. Ziya Hoca ibadetler konusunda ciddiyeti ve gayretiyle
tanınır. Hayatın gayesinin ibadet olduğunu sık sık ifade ederdi. Beş vakit
namazı vaktinde kılar, hiç gevşeklik göstermezdi. Ramazanlarda ibadetlere
yoğunlaşır, mübarek gün ve gecelerde fazladan çaba gösterirdi. İnfakta
çevresine örnekti. Zekat konusunda çok titizdi. Emekliye ayrılınca, ilk işi
Hacc-ı Ekber yapmak olmuştur. Namazları cemaatle camide kılmaya büyük önem
verirdi.
2. Sabah namazından sonra veya gün içinde uygun bir saatte bir cüz Kur’an okumayı adet haline getirmişti, her ay Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okuyarak bir hatim indirirdi. Ramazan ayında haftada bir olmak üzere dört hatim indirirdi. Çevresindeki insanlardan, hısım akrabadan, eş dosttan ahirete irtihal edenlerin arkasından hatim indirme adeti vardı. Kur’an-ı Kerim gönlünden, elinden ve dilinden hiç düşmezdi. Okumakla yetinmez, çevresini de Kur’an okumaya teşvik eder ve bilmeyenlere kolay ve hızlı bir şekilde doğru okumayı öğretirdi.
Bulunduğu her toplulukta Kur’an okurdu. Ayetlerle düşünmeyi
çok sever, düzenli meal okurdu. Hasan Basri Çantay meali elinden düşmezdi.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri ile Ömer Nasuhi Bilmen’in
tefsiri ve ilmihali başvuru kitaplarıydı. İmam-ı Nevevi’nin Riyazü’s Salihin
kitabını defalarca okumuştur.
İman esaslarını ayetlerle izah etmeye doymazdı. Kur’an
ahlakıyla ahlaklanmıştı. Kur’an odaklı bir hayat yaşıyordu. Ziya Hoca, hayatı
boyunca Kur’an-ı Kerim öğretmenliğini her türlü makama ve kazanca yeğledi. O
“Hadimü’l Kur’an” (Kur’ana hizmet eden) olmayı hep şeref bildi.
3. Gıybet yapmazdı ve yanında başkası hakkında olumsuz
konuşulamazdı. Yanında gıybet edeni “Kardeşinin etini yeme” diye uyarırdı. Söz
getirip götürmeye çok kızar, söz taşıyanları sert uyarır ve insanların arasını
bozmanın, nifakın büyük günah olduğunu sürekli hatırlatırdı. Yalan söylediği
görülmemiştir. Yapmayacağı bir şeyi söylemez, söz verdi mi mutlaka yapardı.
4. Ziya Hoca, şahsiyetinde erdemleri toplamıştı. Sevgi
doluydu, güvenilirdi, dürüsttü, bilgeydi, sözü senetti, cömertti, cesurdu,
adaletliydi, hoşgörülüydü, merhametli ve affediciydi, mütevaziydi. İnsanlığı statüye
önceler, insanlar arasında hiçbir ayırım yapmaz, herkese kardeşçe, özgür ve
eşit görerek yaklaşırdı; tam bir Osmanlı beyefendisiydi, güler yüzlü, tatlı
dilli ve anlayışlıydı. Tanıştığı kimseleri unutmaz, mutlaka ziyaretlere gider,
insanlarla ilişkileri canlı tutmaya çalışır, kesinlikle kendisi ilişkileri
koparmak istemezdi. Kin tutmazdı. Kibir, riya ve haset nedir bilmezdi.

6. Ziya Hoca çok vefakârdı. Dostlarına ve davasına karşı son
derece fedakârdı. Her yıl Adana ve çevre illerde ne kadar tanıdığı, dostu varsa
tek tek dolaşır, İslami meseleleri, ülkenin vaziyet ve istikametini konuşurdu.
Toroslarda, dağ köylerinde, camilerde, kahvehanelerde ve ev sohbetlerinde
“emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker” yapardı. Türkiye’nin dört bir köşesinde
dava arkadaşları, dostları vardır. Ferdiyetçiliği sevmezdi. Cemaat ve cemiyet
adamı olmayı Müslümanlığın temel özelliklerinden görürdü. Fakir ve yardıma
muhtaç ailelerle ilgilenirdi. Toros köylerinden kalkıp gelen köylüleri evinde
ağırlar, özellikle sağlık konusunda yardımı esirgemez, onları bizzat hastaneye
götürüp teşhis ve tedavileri için çaba gösterirdi. Kadınlara, çocuklara,
gençlere, engellilere ve gariplere sahip çıkar, sorunlarını çözer ve kişisel
yardımlarda bulunurdu. Tam bir gönül adamıydı.
7. Ziya Hoca çocuklara ve gençlere çok değer verirdi. Eğitimleriyle bizzat ilgilenirdi. Din eğitimi almaları konusunda çaba sarf ederdi. Gençleri kitap okumaya, dergi okumaya, düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirirdi. Gençlerin iyi yetişmeleri, eğitimlerini başarıyla tamamlamaları, üniversite okumaları, hatta akademik çalışma yapmaları gerektiğini düşünür, bu konuda büyük bir çaba gösterirdi. Arkadaşlarıyla Anadolu Eğitim Vakfı’nı kurmuştu ve her hafta sonu gençlerle sohbet ederdi.
İyilik, doğruluk ve güzellik ekseninde yaşar; yanlışa,
kötülüğe ve çirkinliğe razı olmaz, karşı çıkar ve çok iyi tanıdığı şer
odaklarına karşı yılmadan mücadele ederdi.. Bu yaşam felsefesini gençlere de
anlatırdı. Allah’ın iyiler listesine yazılmak, kıyamet gününde o listeden
çağrılmak ve salihler arasında haşrolmaktı, bütün hesabı.
8. O bir medeniyet mimarıydı: Davası, medeniyetimizi yeniden
ihya etmekti. Devleti, milletin teşkilatlanmış hali, yani milletin kendisi
görürdü. Devletin, modern bir organizasyona dönüşmesini, millete
yabancılaşmasını, kamu kurumlarının kendini milli iradenin üstünde
konumlamalarını, millet hayatını ve milli kültürü tahrip etmesini ve
devlet-millet çatışmasını yanlış bulurdu. Ziya Hoca’ya göre asıl olan
medeniyetti. Millet, kendi muhteşem medeniyetini yeniden ihya etmeliydi;
böylece devlet teşkilatı ıslah olacak, devlet milletin emrine girecek ve hizmet
üretecek, millet de devleti canından aziz bilecek, bütün varlığını ona adayacaktı. Modernleşmenin, medeniyet değiştirmenin, millet-devlet
ilişkisini tahrip ettiğini, devletin ve milletin ahlaki ve metafizik
temellerden koparak bozulduğunu düşünürdü. Davası, bir medeniyet atılımını
gerçekleştirme mücadelesiydi.
9. Hizmet, hayatının ana eksenini oluştururdu. Müslümanların
24 saat hizmet etmeleri gerektiğini düşünür, her an bir davet gelecek, hizmete
çağrılacakmış gibi hazır dururdu. Hizmet verirken coşkuyla çalışırdı ve
kesinlikle herhangi bir dünyalık karşılık beklemezdi. Hizmeti, tıpkı secde gibi
Allah aşkının bir göstergesi olarak algılardı.
10. Sosyal, ekonomik ve siyasal hayatın, ilim, ahlak ve hukuk temelleri üzerinde yükselmesi gerektiğini düşünüyordu. Hiç kitap yazmayı düşünmedi. Milletimizin büyük bir kültürel birikiminin olduğunu biliyor, var olanın yeterli olduğunu düşünüyor, eğitimi sıkı tutarak zengin milli kültürümüzden yararlanabileceğimize inanıyor ve iyi yetişmiş gençlerimizin yasal yoldan teşkilatlanarak demokratik kurallar içinde iktidara el koyması gerektiğini savunuyordu.
“İlim zamanı değil, siyaset zamanı..” derdi. Ziya Hoca’ya
göre siyaset, Müslümanlığın omurgasını oluşturuyordu. “Kütüphanelerdeki
raflarda kitapları dolduran bilgi, düşünce ve değerler siyasetle canlanır ve
insana yararlılık gösterir. Allah’ın hükümleri, siyasetle yürürlüğe sokulur.
Din siyasetle ayakta tutulur.” derdi.
Hukukun üstün tutulması gerektiğini savunur, yeni Anayasa
ihtiyacını vurgular ve hukukun siyasallaştırılmasına karşı çıkardı. Dindar,
çağdaş ve demokrattı. Ziya Yürekli Hoca, hayatına “ölümün kapıp kaçıramayacağı,
çalamayacağı bir anlam” verebilmek için ömrü boyunca Kur’an-ı Kerim okuttu.
Binlerce öğrencisi, bugün onu gözyaşı içinde Fatihalarla anıyor.
MÜCADELE BİRLİĞİNİN
KURUCULARINDANDI
Ziya Hoca, 68 kuşağındandı. O üniversite öğrencisiyken,
gençlik olayları yükselişteydi. Türkiye’de sağ sol kavgası başlamıştı. Sol
gençlik üniversitelerde kısa sürede örgütlenmiş ve on binlerce taraftar
bulmuştu. Sağda ise örgütlenme Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında
gerçekleşiyordu. Solla girişilen mücadele sonrası kazanılan bir kale olan MTTB
dört yıl süreyle bu işlevini yerine getirdi. Ancak altmışlı yılların sonuna
doğru üniversitelerde sol rüzgarın karşısında MTTB’nin pasif kalması, birlik
içinde daha aktif olmak isteyenlerin seslerinin artmasına neden oldu.


MTTB’den koparak Ülkü Ocakları çatısı altında toplanan
milliyetçi gençler, sokaklara ve şehirlere inen sol grupların karşısında
mücadele görevini üstlenmek zorunda kaldı. Bu arada Aykut Edibali ve
arkadaşları Mücadele Birliği adıyla bir örgütlenme başlattı. Mücadele Birliği,
İstanbul yerine Konya’da kuruldu. Ziya Yürekli Hoca da Konya’da Necmettin
Erişen’in önderliğinde yapılanan Mücadele Birliği’nin 20 kişilik kurucu
kadrosunda yer aldı. Metin Toker, ‘Solda ve Sağda Vuruşanlar’ kitabında
Mücadele Birliği ile Dev—Sol’u mukayese ederek Yeniden
Milli Mücadeleciler için “sağın Dev—Genç’i” tanımını
yapmıştı.
Mücadeleciler, sağın fikir kalesiydi; Türkiye’nin ihtiyacı
olan kadroları yetiştirmek için yola çıkmışlardı. Mücadeleciler, inançlarının
emrettiği gibi yaşama konusunda Ülkücüleri pasif buluyor, hayatlarının
tamamının ‘dava’ya adanması noktasında da bütün sağ gruplardan daha fedakâr
olduklarını düşünüyorlardı. MTTB’nin ise disiplin anlamında yetersiz olduğunu
ve öğrenci derneği olarak kalmasını istiyorlardı.
20 kişilik bir kadroyla kurulan hareketin büyümesi oldukça
hızlı oldu. 1968 yılından 12 Mart’a kadar geçen dönemi, Mücadele Birliği’nin
altın dönemi olarak ifade edebiliriz. Bu dönemde haftalık Yeniden Milli
Mücadele dergisi, aylık Pınar kültür sanat dergisi ve üç aylık Gerçek dergisini
çıkardılar. Otağ Yayınları kurulup kitaplar basıldı.
Mücadele Birliği kısa bir süre içinde üniversitelerde
hakimiyet kurmaya başladı. İstanbul, Ankara ve İzmir’de bulunan Yüksek Öğretmen
Okulları, Mücadele Birliği’nin kalesi haline geldi. Yüksek Öğretmen Okulları
Anadolu’nun bütün rengini yansıttığı gibi, en zeki öğrencileri de bünyesinde
barındırıyordu. İllerindeki okullarda başarılı olup dereceye giren öğrenciler
Yüksek Öğretmen Okulları’nda okumaya hak kazanıyordu çünkü. 1968 kuşağı, Soğuk
Savaş döneminin gençliğiydi. Sol-sağ diye parçalanan gençlik kanlı bir kavganın
içinde vuruşturuldu. 12 Eylül öncesindeki terör ortamında Mücadeleciler gençlik
olaylarına katılmadılar. Aykut Edibali “Ben hiçbirinin burnunu kanatmadım, çocuğum
gibi üzerlerine titredim, sattırmadım, ne kan sattım ne sattırdım. Türkiye’de
benden başka hiçbir lider bunu diyemez” diyor bugün. Mücadele sadece fikri
planda yapılıyordu.


Mücadele Birliği’nin özelliklerinden biri de sağdaki en
disiplinli teşkilat olmasıdır. Mücadeleciler, kadroların yetiştirilmesinde o
kadar disiplinlidirler ki sadece sağ fikirleri öğrenmek yerine, bir solcu kadar
Marks’ı, Lenin’i, 17 Ekim Devrimi’ni, sosyalizmi ve solun diğer kavramlarını da
öğretirlerdi. Öyle ki birçok solcuyla girdikleri fikri münakaşada solcuları pes
etmek zorunda bırakırlardı. Solun ideologlarından biri olan İdris Küçükömer de
bu gerçeği teyit ederek, “Bu Mücadeleciler solculuğu bizden daha iyi biliyor”
demek zorunda kaldı.
Mücadeleciler, Türkiye’de bütün olayların arkasında Yahudi
zihniyetini aradılar; ülkenin komünizm ve siyonizm tehdidi altında olduğunu
iddia ettiler. Dünya sistemini deşifre ediyor, devletler oyununu anlatıyor,
“Amerika, Rusya, Yahudi’ye kukla!” şeklinde sloganlaştırıyorlardı. Zaten
Mücadele Birliği üyeleri de kendilerini tanımlarken antikomünist,
antikapitalist, antisiyonist, antiemperyalist, milli değerlere bağlı ve İslama
saygılı olma vurgusunu yapmayı tercih ettiler hep.
Mücadele Birliği’ni diğer sağ gençlik hareketlerinden ayıran
özelliklerinden biri, hiçbir siyasi akımın temsilcisi ya da alt grubu
olmamasıdır. Siyasi bir harekete dönüşmek yerine ülkeye hizmet edecek insan
kadrosu yetiştirmek amaçlanıyordu. Aykut Edibali Türkiye’de yapılan
ihtilallerin başarısızlığının en önemli nedeni olarak yetişmiş insan kadrosunun
yetersizliğini gösteriyordu. Hareket, sonradan dağılma sürecine girmesine
rağmen kadro yetiştirme geleneğini uzun süre kaybetmeyerek bir anlamda
başlangıçtaki hedefine ulaşmış oldu.
Aykut Edibali “Mücadele Birliği bir kültür hareketi, bir
mektep olarak vereceğini fazlasıyla verdi. Renkleriyle, çeşitleriyle çok farklı
yerlerde olan insanlarıyla bunu başardı. 20 tane adam Türkiye’yi salladı.”
diyor. Ziya Hoca da Türkiye’yi sallayan o 20 kişiden biriydi.
SİYASET MÜSLÜMANLIĞIN
OMURGASIDIR
Mücadeleciler, İslamcıydılar, dolayısıyla Ziya Gökalp tarzı
Türkçülüğe karşıydılar ve Alparslan Türkeş’e uzaktılar. Fakat Necmettin Erbakan
hareketine de uzaktılar; çünkü T.C. devletinin kuruluşu ile Erbakan hareketinin
İslami “model”i arasında mutlak bir çatışma olacağını, ileride devletin
iktidarına talip olsalar bile bu konuda ihtilaflı bir durumun ortaya çıkacağını
ve Türkiye’nin zarar göreceğini düşünüyorlardı.
12 Mart 1971 tarihi, Yeniden Milli Mücadeleciler için de
yeni bir dönemin habercisi
oldu. Hareketin çekirdek kadrosu parçalandı. Necmettin Türinay, Cemil Çiçek,
Ömer Ziya Belviranlı, Taha Akyol gibi isimler Mücadele Birliği ile yollarını
ayırdılar.
İlk kırılmanın
ardından hiçbir şey eskisi gibi olmasa da Mücadele Birliği gerek yayınları,
gerekse etkinliği ile kendine biçtiği misyon doğrultusunda faaliyetlerine devam
etti. Yetmişli yılların ortalarına kadar küçük bölünmeler yaşandı; ama bunlar
belirleyici olmadı.
1975’e gelindiğinde hareketin siyasal parti haline gelmesi için çalışmalar yapıldı. Aykut Edibali, Millet Partisi’ni ele geçirerek siyaset yapma isteğini gösterdi. Millet Partisi fikrinin tabandan gelen tepkiler sonucu başarıya ulaşamaması, birliğin siyaset arayışında yeni hedefler belirlemesine neden oldu. Bu kez de merkez sağın en büyük partisi Adalet Partisi ile ilişki başladı. Tabandan gelen itirazlara rağmen yönetim AP ile anlaşıp, bu partinin gençlik kollarını örgütleme yoluna gitti. Bu dönemde ayrılmalar arttı. Mehmet Akif Ak, Hüseyin Gülerce, Ahmet Taşgetiren, Mehmet Ali Taşçı gibi yazarlar Mücadele Birliği içinde yetişip ayrılanlardandı.
12 Eylül sonrası Aykut Edibali kendisini terk etmeyen
arkadaşlarıyla birlikte Islahatçı Demokrasi Partisi’ni kurarak Mücadele
Birliği’nin yerinin artık siyasal parti çatısı olduğunu göstermek istedi. Ancak
birlikte yola çıktığı insanların büyük kısmı artık yanında değildi.
Ziya Yürekli Hoca, 1969’dan itibaren Adana’da kurucusu
olduğu Mücadele Birliği hareketine destek verdi; hareketteki kopmalara üzülse
de Aykut Edibali’ye ve merkeze hep vefa gösterdi. Emekli olunca birkaç yıl
Millet Partisi il başkanlığı yaptı. Ziya Hoca, emekli müftülerimizden Mustafa
Kapçı hocayla birlikte Adana’da faziletli insanlardan oluşan cemaatine hizmete
son nefesine kadar devam etti.
Türkiye’nin Ziya Abisi, hocası ve hizmet kahramanıydı. Ziya
Hoca, siyaseti Müslümanlığın omurgası görüyordu ve millet düşmanlarına ve şer
odaklarına karşı mücadelenin imanın gereği olduğunu savunuyordu. Siyaseti
ibadet zihniyeti ve ciddiyetiyle yapıyordu.
Son yıllarda kendini tamamen vakıf çalışmalarına verdi.
Gençlerle ilgilendi. Eğitimlerine destek verdi. 27 Aralık 2007 Perşembe günü,
vakıfta, gençlerle sohbet ederken yüksek tansiyondan beyin kanaması geçirdi ve
bir ay yoğun bakımda kaldı.
Ziya Hoca, ömrünü adadığı hizmet yolunda rahmet-i Rahman’a
kavuştu. Ziya Yürekli Hoca, hayatına, ölümün çalamayacağı bir anlam
kazandırmayı başardı. Nur içinde yatsın. Allah (c.c.) ona rahmetiyle muamele
etsin. Kabrini, cennet köşelerinden bir köşe kılsın. Oğlu olmakla iftihar
ediyorum.